26 Kasım 1989 - Doğumgünüm 😉
Levent'i, Beşiktaş'ı, Taksim'i özlediğim ve sıkça andığım bir yıl oldu 2020. Pasaj gezmeyi, ayaküstü atıştırmayı, metro - minibüs duraklarındaki koşturmacalarımı, küçücük rahatsız taburelerde kahve, çay, oralet içmeyi özledim sanırım. O günlerden sonra da hiçbirinin tadı o puslu pis İstanbul havasında içtiklerim gibi gelmedi damağıma...
Çok sevdiğim bir omuz çantam vardı, tatlı bir bordo renginde, yumuşacık. Sarıyer'den ODTÜ'ye uzun yol gidişlerimden birinde içinde reçel kavanozu kırılmış, önü arkası içi dışı mahvolunca yok ben bunu yolda nasıl temizlerim, yapamam diye çöpe atmıştım minibüsten inince. Kan gibi çantadan sızıyordu resmen 😩Keşke temizleyebilseydim, o günden sonra onun gibisini de bulamadım...
Çok sevdiğim kısa bilek boy botum vardı, inanılmaz hafif, rahat, şık, siyah. Ta ki yıllarca giydikten sonra su almaya başlayana ve vıç vıç ses çıkarmaya başlayana kadar. Ayağımda parçalanana kadar giydim. O günden sonra da onun gibisini bulamadım. Ne satın aldıysam onun gibi memnun etmedi beni.
Küçüklüğümden beri hayata neden geldim, benim hayattaki amacım ne sorumlarıma hep cevap aradım. Anlamlı yaşamayı seven fakat sıradanlığı da savunan bir insanım. Kendimi bildim bileli demeyeceğim, çünkü insan hiçbir zaman kendini bilemez (değişim kaçınılmazdır). Zamanımı sorgulamaya, soru sormaya ve cevaplar bulmaya başladığımdan beri; yazmayı, okumayı, şekillendirmeyi çok sevdim. Cümlelerle, kelimelerle, özne yüklem değişkenliğiyle oynamayı çok sevdim. Hep dinledim, dinlerim. Hayatı gelişine yaşamayı tercih ettiğimden ve çok katı kurallarım olmadığından da bildiğimi diretmem kimseye. Durum analizi yapar, yazar, çizerim... bırakırım herkes nasıl istiyorsa öyle yaşasın...
Dinlemeye de müsait olamayan bir yıl oldu gerçi ya 2020 malum. Telefonda da bir iki kişi haricinde konuşmayı sevmem, çok da verimli olamam. Daha çok sustuğum, kendimce dingin, miskin, tembel bir yıl... Ama daha çok kızımla, kendimle, onu ve kendimi tandığım bir yıl... kaygılar ağır bastı bu yıl, çok çalışıyorum, kimse darılmasın gücenmesin, bu yıl irem böyleydi. 🤯
Kaybım da olmadı mı? Babam! O gidince çok eski günlerimiz bir anda hafızamda canlandı. Sarıyer'den vapur seyahatlerimiz benim Beşiktaş'a onun Kabataş'a devam ettiği, balık lokantalarındaki aile yemeklerimiz, matematikte ilk x ve y'yi bana öğretişi, dans derslerimden çıkıp bazen Taksim'de abimle onun yanına gidişlerimiz...
İnsanlar hem nasıl tanıdık, hem nasıl yabancı. Ben öğrendim. Hem tanıdıktı hem yabancıydı babam.
2008 yılında bir hata yaptım. Sonrası; iplerin kopuşu, koşarcasına hızlı ilerleyen bir zaman, düşe kalka bir gençlik. Severim kendimi diye düşünürdüm oysa; ama sanki bu sene kimse beni sevmemiş, ben de kendimi sevmemişim. Ah bu sene! Geçmişe ne kadar da benzedin içimde. Rüyalarım, kabuslarım yön oldu beynime; kabullenişlerim, pişmanlıklarım, kendime verdiğim cezalar...Bence bu zamana kadar yaptığım en doğru şey; aynada kendimle konuşabilmekti, yüzleşebiliyor olmaktı!
Benim şansım hep; indirim zamanında bile en beğendiğim ürünün indirime girmemesidir. Bugüne kadar hiçbir çekilişin talihlisi bile olamamamdır. Dostlarımla uzun süre aynı şehirde yaşayamıyor oluşumdur. Excelde kol kası yaptıktan sonra bilgisayarın aniden kapanmasıdır. Benim şansım sabah akşam didinip, ev çocuk iş üçgeninde kaybolmaktır, benim şansım reddi mirastır bu hayatta.
Var bir hayalimiz. Yaşıyorum, yaşıyoruz. En yakın hayalim, 5 sene sonra bir yere gitmek. Bakalım, en yakın hayalim 5 sene sonrası için düşünün yani.
Benim asıl şansım; umutlarım, hayallerim, olmasını beklediğim güzel planlarımdır.
Sağlığımdır, kızımdır, annemdir, eşimdir, ağabeyimdir...
İyi ki doğmuşum ♥️
Yorumlar
Yorum Gönder