21 - 22 Nisan 2018 Gezimiz GÜN-2
Herkese merhaba,
2. günden GÜNAYDIN hepinize. Otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra biz yine yollara koyulduk. Seyahatimize heyecanla başlıyoruz, çayımız taze, hava mis, biz mutlu, daha ne isteriz... Nilüfer - Altın Şehir'den İzmir Yolu caddesinden dümdüz ilerliyor ve Çatalağıla bölgesinden giriyoruz. Maksimum yarım saat sonra Gölyazı'ndayız.
İlk istikamet : GÖLYAZI
Kendimizi bir tepe meydanında buluyoruz. Girişte epeyce büyük sol alan çakıl taşlı otopark olarak kullandırdıtılıyor. Bir tabelada haftasonları ve özel bayram günlerinde araçların aşağıya indirilmesinin yasak olduğu yazıyor. Sağ kısımda jandarma ana Gölyazı mahallesine giden orman yolunu kapatmış. Kuyruğa girip servis / minibüslere biniyorsunuz ve asıl hedefe bırakılıyorsunuz.
Yaklaşık 5 km yoldan sonra 11:00 civarı Karacabey - Eski Karaağaç bölgesindeyiz. Sohbetli ve kahkahalı bir giriş yapıyoruz yola. Ufak tefek tezgahlar sağlı sollu yerleşkelerin duvar aralarından göl mavisini görmeye başlıyoruz. Taşlar arasından fırlamış sarı yeşil bitkiler bir karış aşağısındaki göl ile bizleri selamlıyor, hoşgeldiniz diyor. Durgun ve parlak mavi göl suyu resmen davetkar 'bana gel' diyor. Kıyısını görebildiğim her türlü su bana daha sevimli daha samimi gelir hep zaten, uçsuz bucaksız denizlerdense. İçimde balon sevdalısı bir çocuk heyecanıyla güneşe ve göl kenarına doğru ilerliyorum. Hedefe doğru yürürken sol tarafta karşımıza Aziz Panteleimon Kilisesi çıkıyor.
Bu kilise Anadolu Rum Ortodoks kiliselerinin önemli ve özgün örneklerinden bir tanesiymiş. Buluntularda 1903 tarihi görülmüş ve bu tarih kilisenin yapılışının bitiş tarihi olarak kaynaklara geçmiştir. Detaylı bilgi için tık tık.
Çardaklarla sıralanmış Ulubat göl kenarı önü, prefabrik gözleme evleriyle dolu. Nilüfer Belediye'sinin hazırlamış olduğu Gölyazı görselleri prefabrik duvarlarında büyük tabelalarda sergileniyor. Yavaş yavaş ilerledikçe kiremit rengi çatıları ,büyük yaşlı köklü ağaçların gölgelerinin arasından keşfetmeye başlıyorsunuz. Gölde beliren ara ara sazlıkları gördükçe de onlara dokunmak ve bir an önce su üstünde olmak istiyorsunuz. Mavi yeşil boyalı renkli sandalların bir ucu kıyıya bir ucu sazlıklara değiyor. Siz de huzurlu bir nefes alıp verip anın tadını çıkarıyorsunuz.
Ağlayan Çınar çıkıyor karşımıza. Bu çınar en yaşlı anıt çınar ağacıymış. Yerleşimin ada bölümüne geçişte köprünün yanında yer alıyor. Yaklaşık 750 yaşında olduğu tahmin edilmekte.
Gövdesi beton zeminde resmen yatak olmuş. Sanki bir sürü ağaç aynı kökten büyümüş gibi... Normal bir ağacın gövdesi kalınlığında dallarıyla Ağlayan Çınar o kadar heybetli ve gösterişli ki bize de bol bol fotoğraf çekmek ve gölgesinde dinlenmek kalıyor.
Köprü üzerinden adanın diğer yerleşke kısmına yürüyoruz. Daracık bu köprüde, sağımız solumuz göl. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Sandallar, tekneler, sazlıklar, kuşlar alıp sizi uzaklara masalsı bir mutluluğun içine bırakıp kaçıveriyor. Saat 12:00 gibi sıcak kendini biraz daha hissettirmeye başladığında dondurma keyfi yapıyoruz. Kum kıyıda bekleyen kayıkların dibinde oturuyor, bir köpeğin yüzüşünü, suların altında kalan ağaçların manzarasını izliyoruz. Keşke benim de bir tane sandalım kayığım olsa diye içinden geçirmeyen yoktur herhalde böyle minik ve huzurlu bir göl kenarında.
Çayımızı içip, öğlen ezanı sonrası Gölyazı Sahil kısmından motoru kullanan amcamızla beraber toplam 5 kişi göle açılıyoruz sonunda. Büyük tur yapacağız : Nilüfer Çiçekleri, Kız Adası, kazı alanı gibi ana yerleri göreceğiz. Pata pata pata pata hooop bir anda karadan uzaklaşıyoruz. Şu an o motorda olmak o kadar isterdim ki...
Üşütmeyen tatlı bir serinlik ile çevremizi gülen yüzlerimizle keşfetmeye başlıyoruz. Daha yeni yeni açmaya başlayan öbek öbek nilüfer çiçeklerini incelemeye doyamıyorum. Tekne üzerindeki kırmızı perde bir yuva çatısı gibi üstümüzü huzurla örtmekte, çevremizdeki mavi yeşil uyumuna farklı renklerde ışık hüzmeleri düşürmekte.
Motoru kullanan amcamız bizlere bölgedeki arkeolojik kazıdan bahsediyor. Otların temizliği devam ediyormuş ve bir zamanlar Apollon Krallığı'nın başkenti olan Gölyazı'nda yavaş yavaş Antik Kent ortaya çıkmaktaymış. Detaylı bilgi için tık tık. Sağınız solunuz sazlık ve ada, yukarısı güneşli masmavi gökyüzü, aşağısı dalgaların beyaz köpükleri, kısacası her yer huzur. Gölyazı Merkez, tarihi Gölyazı sokakları, birbirinden renkli çay bahçeleriyle çevrili adanın kıyı kesimlerini bir yuvarlak çizerek geçiyoruz. Gezimiz 20 dakika sonra bitiyor ve karaya çıkıyoruz. Büyük ada turu (4 kişilik motor) 30 TL.
Göl havası ne yapar adamı ? Tabii ki acıktırır. Şimdi sıra gözleme evlerine gidip orada pişi yemek ✌
Pişimiz, çayımız yanına da kahvaltılık enfes bir şölene dönüşüyor bizim için. Mis gibi göl havasının hakim olduğu dönüş yolumuzda tezgahlardan ekşi mayalı ekmeklerimizi de alıyoruz. (tadı muhteşemdi iki üç gün yetti bize) Dönüş yolunda otobüs kuyruğu epey uzundu, 3 - 4 araç gittikten sonra binebildiğimiz servis ile otoparka erişip ikinci istikametimiz olan Mudanya'ya doğru yola çıkıyoruz.
Öncesinde ''Gölyazı - Yol üstü güzellikleri'' fotoğraflarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
İkinci istikamet : Mudanya - TİRİLYE
Yaklaşık 1 saat sonra varıyoruz Tirilye'ye. Geçriğimiz Çatalağıl, Karacabey - Hürriyet, Mudanya - Esence yollarında gördüğümüz kırmızı gelincik çiçekleri hep aklımda. Şimdi diyorum ki, keşke bir ara arabayı durdurup yakından baksaydım onlara. Ne kadar kibar ve narin duruyorlar. Ama yollar tek gidiş dönüş bir olduğu için çok dar ve riskliydi diyebilirim.
Bu sefer göl yerine hep ağzımdan düşmeyen deniz kelimesi anlam buluyor burada. Marmara Denizi'ne kıyısı olan Tirilye ne kadar güzelmiş yahu. Aracımızı zar zor bulduğumuz tepede yokuşta park edebildik. Daha araçtan iner inmez şaşkınlığımı gizleyemediğim tepkiler verdim. Tepe manzarasından Tirilye Marina çok güzeldi, kıyıya indikçe bölgenin şirinliği ve hareketliliği arttı tabii, yürümüyordum aksine uçuyordum. Denizin iyot kokusu ve birbirinden çeşitli uçurtmalarla sahil yürüyüş kısmı hemen modunuzu değiştiriyor. Bir derin nefes ve kayalıklarda bağdaş kurup 5 dakika bile sadece durmanız yeterli dinlenmeniz için.
Balık lokantalarının ve otellerin önünden Atatürk Meydanı'na hemen geliveriyorsunuz zaten. Büyük gibi duran ama bir kere turlayıp ikinciye dönünce ''aaa ne kadar küçükmüş'' dediğiniz bir yer burası.
Zeytinyağı ve sabun satan dükkanlara, takı, çanta ve çeşitli aksesuar tezgahlarına göz gezdirerek alışveriş yaparak istediğiniz gibi gezi sürenizi uzatabilirsiniz. Çay - çekirdek keyfimizi de tamamlıyoruz tabii ki, olmazsa olmaz ☺
Sonra tepelere, mahalle araları dar sokaklara, renkli evlerin çiçeklerin içine atıyoruz kendimizi. Akşam güneşi eşliğinde güzel kapılar, renkli duvarlar buluyoruz. Taş yapılara, mermerlere dokunmak istiyorsunuz, tutamıyorsunuz kendinizi o eskiyi hissetmek için. En fazla üçüncü katı gördüğünüz eski binalar kimi gölgede karanlıkta kalmış, kimi akşam güneşinin son demlerinde ısınmaya devam ediyor. Restore edilmiş binalar da var ama sayıları az. Genellikle eskiyi görmek gerek burada. Tirilye Fatih Camii ve bitişiğindeki tarihi hamam yapısı da tamamen kızıl taş ve çok güzel. (Camii içerisi epey bakımsızdı bu bizi biraz üzdü)
Mahalleyi bir güzel turlayıp, plaj kısmının üst tepesinden aşağıya doğru iniyoruz. Akşam 7'den sonra artık yavaş yavaş dönüş yoluna geçiyoruz. Kumyaka, Halitpaşa üzerinden Nilüfer - Ahmet Yesevi Mahallesinde duruyor ve köfte yiyoruz.
Zeytinyağı, kestaneşekeri alışverişimizi de Gemlik Engürücük'te dinlenme tesisinde tamamlayıp, kahvemizi alıp aracımızla tam gaz tatilimizi bitiriyoruz.
Şimdi sıra ''Tirilye - Yol üstü güzellikleri'' fotoğraflarımda.
Bakalım bir sonraki haftasonu kaçamağımız hangi şehirde can bulacak?
2. günden GÜNAYDIN hepinize. Otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra biz yine yollara koyulduk. Seyahatimize heyecanla başlıyoruz, çayımız taze, hava mis, biz mutlu, daha ne isteriz... Nilüfer - Altın Şehir'den İzmir Yolu caddesinden dümdüz ilerliyor ve Çatalağıla bölgesinden giriyoruz. Maksimum yarım saat sonra Gölyazı'ndayız.
İlk istikamet : GÖLYAZI
Kendimizi bir tepe meydanında buluyoruz. Girişte epeyce büyük sol alan çakıl taşlı otopark olarak kullandırdıtılıyor. Bir tabelada haftasonları ve özel bayram günlerinde araçların aşağıya indirilmesinin yasak olduğu yazıyor. Sağ kısımda jandarma ana Gölyazı mahallesine giden orman yolunu kapatmış. Kuyruğa girip servis / minibüslere biniyorsunuz ve asıl hedefe bırakılıyorsunuz.
Yaklaşık 5 km yoldan sonra 11:00 civarı Karacabey - Eski Karaağaç bölgesindeyiz. Sohbetli ve kahkahalı bir giriş yapıyoruz yola. Ufak tefek tezgahlar sağlı sollu yerleşkelerin duvar aralarından göl mavisini görmeye başlıyoruz. Taşlar arasından fırlamış sarı yeşil bitkiler bir karış aşağısındaki göl ile bizleri selamlıyor, hoşgeldiniz diyor. Durgun ve parlak mavi göl suyu resmen davetkar 'bana gel' diyor. Kıyısını görebildiğim her türlü su bana daha sevimli daha samimi gelir hep zaten, uçsuz bucaksız denizlerdense. İçimde balon sevdalısı bir çocuk heyecanıyla güneşe ve göl kenarına doğru ilerliyorum. Hedefe doğru yürürken sol tarafta karşımıza Aziz Panteleimon Kilisesi çıkıyor.
Bu kilise Anadolu Rum Ortodoks kiliselerinin önemli ve özgün örneklerinden bir tanesiymiş. Buluntularda 1903 tarihi görülmüş ve bu tarih kilisenin yapılışının bitiş tarihi olarak kaynaklara geçmiştir. Detaylı bilgi için tık tık.
Çardaklarla sıralanmış Ulubat göl kenarı önü, prefabrik gözleme evleriyle dolu. Nilüfer Belediye'sinin hazırlamış olduğu Gölyazı görselleri prefabrik duvarlarında büyük tabelalarda sergileniyor. Yavaş yavaş ilerledikçe kiremit rengi çatıları ,büyük yaşlı köklü ağaçların gölgelerinin arasından keşfetmeye başlıyorsunuz. Gölde beliren ara ara sazlıkları gördükçe de onlara dokunmak ve bir an önce su üstünde olmak istiyorsunuz. Mavi yeşil boyalı renkli sandalların bir ucu kıyıya bir ucu sazlıklara değiyor. Siz de huzurlu bir nefes alıp verip anın tadını çıkarıyorsunuz.
Ağlayan Çınar çıkıyor karşımıza. Bu çınar en yaşlı anıt çınar ağacıymış. Yerleşimin ada bölümüne geçişte köprünün yanında yer alıyor. Yaklaşık 750 yaşında olduğu tahmin edilmekte.
Gövdesi beton zeminde resmen yatak olmuş. Sanki bir sürü ağaç aynı kökten büyümüş gibi... Normal bir ağacın gövdesi kalınlığında dallarıyla Ağlayan Çınar o kadar heybetli ve gösterişli ki bize de bol bol fotoğraf çekmek ve gölgesinde dinlenmek kalıyor.
Köprü üzerinden adanın diğer yerleşke kısmına yürüyoruz. Daracık bu köprüde, sağımız solumuz göl. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Sandallar, tekneler, sazlıklar, kuşlar alıp sizi uzaklara masalsı bir mutluluğun içine bırakıp kaçıveriyor. Saat 12:00 gibi sıcak kendini biraz daha hissettirmeye başladığında dondurma keyfi yapıyoruz. Kum kıyıda bekleyen kayıkların dibinde oturuyor, bir köpeğin yüzüşünü, suların altında kalan ağaçların manzarasını izliyoruz. Keşke benim de bir tane sandalım kayığım olsa diye içinden geçirmeyen yoktur herhalde böyle minik ve huzurlu bir göl kenarında.
Çayımızı içip, öğlen ezanı sonrası Gölyazı Sahil kısmından motoru kullanan amcamızla beraber toplam 5 kişi göle açılıyoruz sonunda. Büyük tur yapacağız : Nilüfer Çiçekleri, Kız Adası, kazı alanı gibi ana yerleri göreceğiz. Pata pata pata pata hooop bir anda karadan uzaklaşıyoruz. Şu an o motorda olmak o kadar isterdim ki...
Üşütmeyen tatlı bir serinlik ile çevremizi gülen yüzlerimizle keşfetmeye başlıyoruz. Daha yeni yeni açmaya başlayan öbek öbek nilüfer çiçeklerini incelemeye doyamıyorum. Tekne üzerindeki kırmızı perde bir yuva çatısı gibi üstümüzü huzurla örtmekte, çevremizdeki mavi yeşil uyumuna farklı renklerde ışık hüzmeleri düşürmekte.
Motoru kullanan amcamız bizlere bölgedeki arkeolojik kazıdan bahsediyor. Otların temizliği devam ediyormuş ve bir zamanlar Apollon Krallığı'nın başkenti olan Gölyazı'nda yavaş yavaş Antik Kent ortaya çıkmaktaymış. Detaylı bilgi için tık tık. Sağınız solunuz sazlık ve ada, yukarısı güneşli masmavi gökyüzü, aşağısı dalgaların beyaz köpükleri, kısacası her yer huzur. Gölyazı Merkez, tarihi Gölyazı sokakları, birbirinden renkli çay bahçeleriyle çevrili adanın kıyı kesimlerini bir yuvarlak çizerek geçiyoruz. Gezimiz 20 dakika sonra bitiyor ve karaya çıkıyoruz. Büyük ada turu (4 kişilik motor) 30 TL.
Göl havası ne yapar adamı ? Tabii ki acıktırır. Şimdi sıra gözleme evlerine gidip orada pişi yemek ✌
Pişimiz, çayımız yanına da kahvaltılık enfes bir şölene dönüşüyor bizim için. Mis gibi göl havasının hakim olduğu dönüş yolumuzda tezgahlardan ekşi mayalı ekmeklerimizi de alıyoruz. (tadı muhteşemdi iki üç gün yetti bize) Dönüş yolunda otobüs kuyruğu epey uzundu, 3 - 4 araç gittikten sonra binebildiğimiz servis ile otoparka erişip ikinci istikametimiz olan Mudanya'ya doğru yola çıkıyoruz.
Öncesinde ''Gölyazı - Yol üstü güzellikleri'' fotoğraflarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
İkinci istikamet : Mudanya - TİRİLYE
Yaklaşık 1 saat sonra varıyoruz Tirilye'ye. Geçriğimiz Çatalağıl, Karacabey - Hürriyet, Mudanya - Esence yollarında gördüğümüz kırmızı gelincik çiçekleri hep aklımda. Şimdi diyorum ki, keşke bir ara arabayı durdurup yakından baksaydım onlara. Ne kadar kibar ve narin duruyorlar. Ama yollar tek gidiş dönüş bir olduğu için çok dar ve riskliydi diyebilirim.
Bu sefer göl yerine hep ağzımdan düşmeyen deniz kelimesi anlam buluyor burada. Marmara Denizi'ne kıyısı olan Tirilye ne kadar güzelmiş yahu. Aracımızı zar zor bulduğumuz tepede yokuşta park edebildik. Daha araçtan iner inmez şaşkınlığımı gizleyemediğim tepkiler verdim. Tepe manzarasından Tirilye Marina çok güzeldi, kıyıya indikçe bölgenin şirinliği ve hareketliliği arttı tabii, yürümüyordum aksine uçuyordum. Denizin iyot kokusu ve birbirinden çeşitli uçurtmalarla sahil yürüyüş kısmı hemen modunuzu değiştiriyor. Bir derin nefes ve kayalıklarda bağdaş kurup 5 dakika bile sadece durmanız yeterli dinlenmeniz için.
Balık lokantalarının ve otellerin önünden Atatürk Meydanı'na hemen geliveriyorsunuz zaten. Büyük gibi duran ama bir kere turlayıp ikinciye dönünce ''aaa ne kadar küçükmüş'' dediğiniz bir yer burası.
Zeytinyağı ve sabun satan dükkanlara, takı, çanta ve çeşitli aksesuar tezgahlarına göz gezdirerek alışveriş yaparak istediğiniz gibi gezi sürenizi uzatabilirsiniz. Çay - çekirdek keyfimizi de tamamlıyoruz tabii ki, olmazsa olmaz ☺
Sonra tepelere, mahalle araları dar sokaklara, renkli evlerin çiçeklerin içine atıyoruz kendimizi. Akşam güneşi eşliğinde güzel kapılar, renkli duvarlar buluyoruz. Taş yapılara, mermerlere dokunmak istiyorsunuz, tutamıyorsunuz kendinizi o eskiyi hissetmek için. En fazla üçüncü katı gördüğünüz eski binalar kimi gölgede karanlıkta kalmış, kimi akşam güneşinin son demlerinde ısınmaya devam ediyor. Restore edilmiş binalar da var ama sayıları az. Genellikle eskiyi görmek gerek burada. Tirilye Fatih Camii ve bitişiğindeki tarihi hamam yapısı da tamamen kızıl taş ve çok güzel. (Camii içerisi epey bakımsızdı bu bizi biraz üzdü)
Mahalleyi bir güzel turlayıp, plaj kısmının üst tepesinden aşağıya doğru iniyoruz. Akşam 7'den sonra artık yavaş yavaş dönüş yoluna geçiyoruz. Kumyaka, Halitpaşa üzerinden Nilüfer - Ahmet Yesevi Mahallesinde duruyor ve köfte yiyoruz.
Zeytinyağı, kestaneşekeri alışverişimizi de Gemlik Engürücük'te dinlenme tesisinde tamamlayıp, kahvemizi alıp aracımızla tam gaz tatilimizi bitiriyoruz.
Şimdi sıra ''Tirilye - Yol üstü güzellikleri'' fotoğraflarımda.
Bakalım bir sonraki haftasonu kaçamağımız hangi şehirde can bulacak?
Sizler gezdiniz mi buraları?
Neler dikkatinizi çekti, neler yaşadınız ne içip yediniz, yorum olarak bırakabilirseniz paylaşımlarımızı arttırmış oluruz.
Hepinize sevgilerimizle,
Hoşça kalın!..
İrem ALPASLAN DOĞRU
Hepinize sevgilerimizle,
Hoşça kalın!..
İrem ALPASLAN DOĞRU
Yorumlar
Yorum Gönder